16 Ekim 2008 Perşembe

mesele yazmak değil ki.. şöyle ilk aklıma gelenleri sıralasam ortaya karışık bir kaç metafor yazmak mümkün. başladınmı kalem kağıdın üzerinde kayıp gider. fakat hep boş biyerler var kağıtlarda.. ne kadar yazsam eksik. sanki tek bir cümle var onu yazsam dolucak kağıt. bir cümle var, hayır dilimin ucunda değil. gırtlak ta ya da soluk borusunda bi yerlerde. . kendimden bile sakladığım bir cümle var. bir kaç kelime, belki de uzun bi cümle.
gariptir insanın kendinden bişeyler saklaması, kendine yalan söylemesi.. kimseye yalan söylemezdim oysa. gözaltılar ve hakimler hariç.. ben yapmadım, ben bişey bilmiyorum diyorum kendime. hem bilyosun ben yalan söylemem. insanın kendini kandırması en kolayı belki de.
sahi neydi bu sıkıntı? neden koparıp atılamıyor. seviyormuyum bu sıkıntıyı.. neden güneşin doğuşundaki gülümsemeyi görmezden gelip, hep gün batımındaki hüzünlere dalar insan.. neden kuşlar göçerken ardından bakıp, dönerlerken farketmeyiz..
şimdi o cümleyi söksem alsam boğazımdan. büyük bir pankarta yazıp şehrin meydanına assam. her köşeye bir barikat kurup bütün sokakları yaksam, cam çerçeve bırakmasam, kırsam. geçecekti bu sıkıntı biliyorum.. sonra devam edecektim sıkıntısız'mış gibi yaşamaya.. yaşıyor'muş gibi.. miş'li geçmiş zamanlarda..

12 Ekim 2008 Pazar

bu bir sigaranın küllükte uzayan külünün hikayesidir.. yazılmasaydı olurdu.. okunmasa da olur..
zaten kül dediğin bir yangın ertesi..
ve yangın; yapayanlız bir yalazdır yalpalayarak..
küllerinden doğan anka kuşunun bir efsane olduğunu anladığında küsersin tüm kuşlara. o vakit bir şeytan uçurtması taranır.. şeytanlığım bundan.. vurulur gökyüzünün mavisi kanar. eflatuna çalar tüm renkler.
zaten eflatun dediğin morun ağlaması..
ve ağlamak; salya sümük bir salgındır sallanılarak..
geçtiğin yollara bıraktığın ekmek kırıntılarını, o kuşların yediğini öğrendiğinde anlarsın kaybolduğunu o yolda..
zaten yol dediğin birkaç köşe...
ve köşe; kesik kopuk keşmekeştir keşfedilerek..
dağılır, küllükte uzayan sigaranın dumanı.
ve biter külün hikayesi..