5 Eylül 2011 Pazartesi

...nefes alıyorum biraz, şöyle bir tutuyorum sonra… sağdan sola çevirir gibi mesela bir yeşil eriği, bi yanaktan bi yanağa… Bi top gölgesi, hani topun önü sıra nasıl yuvarlanırsa hani yerle/bir bi anlamda, tutuyorum tutmuşken, yani soluğumu, yani tutmuşken, bakıveriyorum tadına. Sonra şey gibi, bilirsiniz, hani bi can/baz, alev tükürür gibi, hani ulu orta suratımıza; bırakıveriyorum soluduğumu da; ekleniyor tekrar göğün o eksik parçasına…

Bu bi yaşamak tarifi mi bilmem, bilmem ki nefesle ben arasında bi saklambaç oyun mu bu yoksa?

…bekliyorum biraz, yani bi omurga nasıl biriktirse öyle, hani bi pıhtı kımıldayıverir ya birden, hani bi bebeğe keser hani, hani Matruşkalar gelir aklımıza, yani Matruşkalar… Matruşkalar…

‘’bir ben vardır hani bende, ben de; benden içeri’’

…nasıl beklenirse yani bir bek’lemek; nöbet gibi değil, put gibi değil, su gibi değil mesela… Öyle bir mum alevi gibi, ışığa süzüyorum beklerken, olanca gövdemi.
(Bek: Işık)

Sonra mevsimler birikiyor dışarıda, yani nasıl birikirse bir bebek, öyle. Nasıl birikirse yani, kol bacak göz kulak, öyle… Kandan bir istif… Kandan… Bi istif halinde.
Derken, tuhaftır mum ile kanın beklemek mesaisi. Birden; beklemek dönüverir kocaman bir devinime.

…bir ağacın, bir ölüyü beklemesi gibi mi yani; bir ölünün, toprağı beklemesi? Yani bir ceset, toprağı beslerken, yani toprak bir ağacı beslerken, yani bir ağaç oksijen beslerken, bir mezarın ölüm içerdiğini, kim söyleyebilir ki?

…mum gibi, kan gibi…

Bekliyorum… Öylece bekliyorum, yani ben, sadece beklemeyi yani…

0 yorum: